Bir Yusuf Masalı’nın Başarısı ya da Başarısızlığı Üzerine

rm0vdmte

“Nice yüzbin göze gelen huri suretmiş aşikâr;
Kendi hüsnüne, yine kendisi olmuş talepkâr.”
Laedri

Bir Yusuf Masalı, zaten çetrefil olan İsmet Özel şiiri içinden en çetrefil olanı. Ancak hemen belirtelim ki, eserin bu özelliği, onunla yüzyüze gelen okur katında tam tersi bir etki yaratarak tebarüz etti. İki yıl önce yayımlanan kitap üzerine yazılanların çoğu, promosyon ve anti-propaganda ağırlıklı sığ tanıtım yazılarının dolaylarında oluşan eleştiri ortamınının ürünlerini aratacak cinsten, yazın dışı psikolojik etkilerin, görülerin itkisiyle kaleme alınan yalınkat yazılardı. Şairin yeniden yaratım süreci içinde konu maddesi üzerindeki deformasyonları, yeni yaratımları; kurgusal yapıda masal anlatıcının kendini konumlandırışı ve bu bağlamda oluşan anlatım teknikleri; masal anlatıcının konu maddesiyle, masal kahramanlarıyla ve dinleyicilerle arasındaki bağ; kahramanların kendi başlarına taşıdıkları simgesel anlam; masal anlatıcının içinde duyumsadığı ve fakat trajediden kaçışla karşılığını verdiği “daemonic yanı” ve nihayet Bir Yusuf Masalı’nın İ. Özel’in yaşam-şiir serüveninde ve Türk şiirinin kendine has seyrinde nereye denk düştüğü üzerinde durulmadı. Denilebilir ki eserin yaratıcısı açısından çetrefil yanı, okur üzerinde “her güne bir masal” tesiri yaptı.
Okumaya devam et

Sözcükler İçin Savaş

donkişot 

Demokrasi savunucuları orda
insanın ulaşabilme kapasitesi içinde
bir cennet görürken,
muhalifleri öngörmüşlerdir ki,
eğer demokrasi yeterli süre varlığını koruyacak olursa
toplumu ve toplumu destekleyen ahlakî yargıların
yıkılışıyla sonuçlanacaktır.
William Ebenstein

“Tekellüm edilen kelam
O yerde çok ehemmiyetlidir.
Goethe,
Hicret şiirinden.

 

Öyküleme Mecburiyeti

Moğolistan Sınırındaki İki Ulus adlı senaryosunda Antonin Artaud şöyle soruyor: “Bu Moğollar,/ bu Tatarlar,/ bu Afganlar,/ inanıyor musunuz onların madenler, kentler için savaştıklarına; yanılgı olur bu, sözcükler için savaşıyorlar.” Çünkü aralarındaki çatışma zaten “biçimden çok biçemden ve ifade sorunundan”[1] çıkmıştır. Artaud, dünyanın başının belâsı zihin yapısını, işleyişini en derinden anlamış biri olarak bu sözleri sarf etmekle sorumluluğunu yerine getirmişti. Hakikatin üzerinde hüküm sürmesine bedenini, zihnini, imgelemini açtığı için akıl hastanelerinde elektro şoklarla tımar edilmek istendi. Belki bunu kendisi istemiştir ama modern zamanların insanlığa tattıracağı vahşetinin kat edeceği mesafeyi daha başladığı yerden görmüştü Artaud. Gerekli eczayı kendinden evvel başkaları için aradığına ise kimsenin kuşkusu yoktur sanırım. Okumaya devam et

HAKİKATİN HAKİKATİM OLSUN, SENİ KENDİMDEN BİLEYİM

 

“Bütün bağımsız adamlar yaşasın,
sırnaşıklar kahrolsun!”
Goethe

Şairi Gibi Canlı Şiir ama
Onlar gibi Olmayan, Olmadan Olan
Şiir, başka her şeyle, her hakikatle1, aslolan hakikat ile ilişki kurabilsin diye ilişki kurdurur şaire. Şair bunun ne denli farkında ise o denli şiire ve aynı nispette o hakikatler içinden aslolan hakikate yaklaşır. Şair bu farkına vardığını ne denli kavramışsa, benimsemeye de o denli yakındır. Şairin benimsemeye yaklaştığı; kendini aslolan hakikat donunda onun dengiymiş ya da bizatihi o imiş gibi gösteren özgürlük, adalet, eşitlik, yaşamın kendi başına kıymeti ve insan severlik gibi etik değerler yahut doğru, gerçek, gerçeklik, hayal ya da hayal donuna yakın içinde kendini dışa vuran türlü imajlar değilse eğer, benimsemeye yaklaşılan da şaire, şairin ona yaklaştığı yordamdan daha başka bir yolla ve nispetle, çoktan yaklaşmıştır. Hatta umulur ki hakikatler şairin dilinden konuşa; çünkü aslolan hakikat şairin dilinden konuşmaz. Fakat gene de bu, filozoftan çok şaire yakın bir edimdir. Heidegger’in; Hölderlin’in, Trakl’ın ve Rilke’nin şiirlerini yorumlayışının ardında da bu farkındalık vardır. Nasıl ki sanatın başına Hegel’in dediği gelmediyse, şairin karşısında filozof da yerini alacaktır; tıpkı filozof kılıklı eleştirmenlerin ve şiirin hakikatle işi olmaz, olursa şiir, şiir olamaz nevinden hariçten gazel okuyan müteşairlerin alacağı gibi.
Kendini şaire ya da tüm insanlara hakikatmiş gibi gösteren etik değerlere ve kendini yine böyleymiş gibi gösteren sanatın bizatihi kendisine gelince. Bunların hepsi de şiir gibi aslolan hakikati fark edip kavramak, giderek benimsemek için varken nasıl olur da hakikatlerin hakikatinin yerini tutabilir? Okumaya devam et