Bir Gazeteden Fazlasını Beklemek

B3FE_MUIMAAnImj

“GAZETE: Ne kadar büyük bir kâğıt yeryüzü;

-ne harfler, Gündüz; -ne mürekkep Gece!-

-Herkes basıyor, herkes okuyor;

[Ama yeryüzünü] kimse anlamıyor.-

Xavier Forneret

 Her mesele onu ele almak isteyeninden kendisini doğru şekilde kavramasını umar; tıpkı ihtiyacımız hâsıl olduğunda kullandığımız türlü alet edevat gibi. Nesneleri nasıl doğru şekilde kavramadığımızda elimizden kayıp düşerse, soyut olgular da öyledir. Üstelik biz elimizden kayıp düşenin farkına bile varmayız. Sanırız ki ucundan kıyıcığından iliştiğimiz bir mesele bizim tarafımızdan aydınlığa çıkarılmış. Bugün bu halde onlarca düzyazı her ay dergilerde arzı endam etmekte. Şiir tarihinden habersiz şiir eleştirmenlerinin, sevdiklerini yağla balla övdükleri yazılarını saymıyorum, kolayına çözülüvermiş siyasi vaazların yer aldığı gazete köşelerinde ve sanal âlemde oluşturulan düzyazı çöplüğünü de… Bugün Türkiye’de düzyazının ‘düz’lüğü hususu, çoraklığı olarak algılanır hale gelmiştir. Her meselede kolaya kaçılmakta, sadece görünür sonuçlara odaklanan yazılar kurgulanmakta ve bunlardan pratik yararlar beklenmektedir.

Köşe yazarlarından bulaşmış bir hastalık bu; evet, doğru; ama onlara nereden bulaştığı hususu, meselenin çıktığı yere varmayı zorunlu kılıyor. Meselenin bugünü buzdağının görünen kısmı. Lakin kaynaktan bugüne kadar gelen bir seyrüsefer için biliyorum ki pek az kişide takat var. Ama olsun, öyle nadirler çıkıyor ki ummadığımız şekilde içimizden; onlardan biri de çıkar bu hususları önümüze koyuverir. Ben şimdilik meselenin kısa metrajlı bir retrospektifini yapmaya çalışacağım: Gazetelerin neden edebiyata, sanata, bilhassa da şiire ‘az’ yer verdiği mevzusu için kendimde bulduğum takat nispetinde meseleyi yanıyla yöresiyle ele almaya çalışacağım. Baktım bunu yapamıyorum, hiç olmazsa kaynağa gidip bir bakacağım. Sonra onun tarihsel akışı üzerinden bugüne geleceğim. Kızılırmak kenarında geçen çocukluğumdan öğrendim bunu. Irmak bize kadar geliyordu ama nereden doğuyordu? Ya sonra, nerelerden geçip varıyordu döküldüğü yere? Allah’ın bir lütfu oldu ve on sekizimde ara mesafeleri atlasam da bu toprak renkli nehrin macerasının hiç değilse nihayetine şahit oldum: “Cûylar çün erdiler deryâya hamûş oldular.” Bu nedenle kimde hamûşâna nispet edilemeyecek bir telaş, endişe görsem meseleyi kaynağından sonuna göremediğine hükmederim. Ne “Türkiye elden gitti” diyenlerin vaveylâsı ne de “Türkiye tamamdır” diyenlerin keyfi halimi değiştirir. Hafaza meleklerinin koruduklarının da başı yarılır, dizleri kanar. Bazıları her şeyin en doğrusunu bildiklerini, ülkenin de İslam’ın da onların dediği olmazsa elden gideceğini söyleyerek, kibirlerini izhar etmekten başka bir şey yapmamış oluyorlar. Meselemiz açısından da durum aynıdır: Gazetelerin başlangıcından beri neye hizmet ettiklerini bilirim. Onlardan bir şey ummak yerine sadece meseleme odaklanmaya çalışırım. İçlerinden halisâne niyetle hayata ve sanata yaklaşanları varsa bundan ancak memnuniyet duyarım. Tabii en başta gazete nedir, ne işe yarar bilmeye çalışırım; üstelik herkesin bildiğinden de öte şekilde. Okumaya devam et

BİR GAZETEDEN FAZLASINI BEKLEMEK

GAZETE: Ne kadar büyük bir kâğıt yeryüzü;
-ne harfler, Gündüz; -ne mürekkep Gece!-
-Herkes basıyor, herkes okuyor;
[Ama yeryüzünü] kimse anlamıyor.-
Xavier Forneret
Resim

Her mesele onu ele almak isteyeninden kendisini doğru şekilde kavramasını umar; tıpkı ihtiyacımız hâsıl olduğunda kullandığımız türlü alet edevat gibi. Nesneleri nasıl doğru şekilde kavramadığımızda elimizden kayıp düşerse, soyut olgular da öyledir. Üstelik biz elimizden kayıp düşenin farkına bile varmayız. Sanırız ki ucundan kıyıcığından iliştiğimiz bir mesele bizim tarafımızdan aydınlığa çıkarılmış. Bugün bu halde onlarca düzyazı her ay dergilerde arzı endam etmekte. Şiir tarihinden habersiz şiir eleştirmenlerinin, sevdiklerini yağla balla övdükleri yazılarını saymıyorum, kolayına çözülüvermiş siyasi vaazların yer aldığı gazete köşelerinde ve sanal âlemde oluşturulan düzyazı çöplüğünü de… Bugün Türkiye’de düzyazının ‘düz’lüğü hususu, çoraklığı olarak algılanır hale gelmiştir. Her meselede kolaya kaçılmakta, sadece görünür sonuçlara odaklanan yazılar kurgulanmakta ve bunlardan pratik yararlar beklenmektedir.
Köşe yazarlarından bulaşmış bir hastalık bu; evet, doğru; ama onlara nereden bulaştığı hususu, meselenin çıktığı yere varmayı zorunlu kılıyor. Meselenin bugünü buzdağının görünen kısmı. Lakin kaynaktan bugüne kadar gelen bir seyrüsefer için biliyorum ki pek az kişide takat var. Ama olsun, öyle nadirler çıkıyor ki ummadığımız şekilde içimizden; onlardan biri de çıkar bu hususları önümüze koyuverir. Ben şimdilik meselenin kısa metrajlı bir retrospektifini yapmaya çalışacağım: Gazetelerin neden edebiyata, sanata, bilhassa da şiire ‘az’ yer verdiği mevzusu için kendimde bulduğum takat nispetinde meseleyi yanıyla yöresiyle ele almaya çalışacağım. Baktım bunu yapamıyorum, hiç olmazsa kaynağa gidip bir bakacağım. Sonra onun tarihsel akışı üzerinden bugüne geleceğim. Kızılırmak kenarında geçen çocukluğumdan öğrendim bunu. Irmak bize kadar geliyordu ama nereden doğuyordu? Okumaya devam et