NEŞVELİ KAHRAMANIN LİRİĞİ: TURGUT UYAR’IN DİVAN’I

tomris-uyar-3

“bitmez bir uzun hava sanrısı verdiler bana
o eski havayı aldım kendimce tazeledim”

Uyar’a bu sanrıyı kimler niçin vermiş ve şair o ‘eski hava’yı nasıl tazelemiştir? Bizi şimdilik bağlaçtan sonraki soru ilgilendiriyor: Turgut Uyar’ın, Divan’ın son şiiri bomboş bir sayfaya, fahriye’de dilinden dökülen bu beytin ikinci dizesinin sondan ikinci sözcüğü bir çok bakımdan manidar: Kendimce. Kelimenin, şimdilik, bunaltısını neşveyle diri tutan ve kabullenişle aşan bir kişiliğe ve o kişiliğin yaşam algısına delalet ettiğini söyleyerek öncesindeki tespitte biraz duralım: O eski hava. Okumaya devam et

ASAF HÂLET ÇELEBİ: “SELAM SANA… LOTUS YAPRAKLIBÜYÜK RAHİP…”

lamelif-siirler-asaf-halet-celebi-ilk-baski-i10-58289894-0

“Burada duran kaba bir taş

Fiyatı da ucuz mu ucuz

Aptallar ne kadar hor görürse

Bilgeler o kadar sever onu”[1]

                                               Arnaldus de Villanova

 Carl Gustav Jung, bu dörtlükte sözü edilen taşın horlanan ve yadsınan simyacı taşı lapis olduğunu söylüyor. Simyacı Villanova’nın dörtlüğünüyse bir göl kenarına yap(tır)dığı evinin bahçesine, bir çeşit balbal olarak tasarlayıp diktiği taşın bir yüzüne kazıtmış. Jung için, taşın, çocukluğunda olduğu kadar yaşlılığında da dinginleştirici bir yanı var. Şöyle yazıyor Anılar, Düşler, Düşünceler’de: ” Duvarın önündeki yamaçta, dışa doğru çıkmış bir taş vardı. Bu benim taşımdı, çoğu zaman o taşın üzerine oturur ve zihnimde aşağı yukarı şöyle gelişen bir oyun başlatırdım: ‘Ben bu taşın üzerinde oturuyorum o da benim altımda.’ ‘Taş da, ‘Ben’ diyebildiği ve düşünebildiği için, ‘Ben bu yamaçta yatıyorum o da üzerimde oturuyor,’ derdi. Ondan sonraki soru şuydu: ‘ Taşın üzerinde ben mi oturuyorum, yoksa onun üzerinde oturduğu taş ben miyim?‘ Bu soru beni her zaman şaşırtırdı. Ayağa kalkar, kimin ne olduğunu düşünmeye çalışırdım. Soru tümüyle yanıtsız kalır kararsızlığımı garip ve büyüleyici bir karanlık duygusu sarardı. Önemli olan, bu taşın benimle gizemli bir bağı olmasıydı. Taşın bana sunduğu şaşırtmacayı düşünerek üzerinde saatlerce oturabilirdim. Okumaya devam et

Şiirde Post-modern Natüralizmle Buraya Kadar

20141204_214922

Demirci sordu:
Kabzasına ne yazalım istiyorsun?
Kabzasına dostum, dedi JAPON savaşçısı
Şunu yazın:
‘Akan bir dere, bir koyun sürüsü,
Yavrusuna ninni söyleyen bir kadın.’”
Solomon Bloomgarten

Türk şiiri son yetmiş yılda üç kez, şairi ve okuru için tam bir alıklaşma nedeni olan realist kolaycılığa geldi saplandı. 1940’da Garip Hareketi, 1960’lı yıllarda sosyalist duyarlıklı Toplumcu Gerçekçilik ve son on küsur yıldır türlü adlarla anılan post-modern kuramlarla oldu bu. Bu sonuncusunun İslami bir duyarlıktan neşet etmesi, üzerinde dikkatle durulması gereken bir husustur. Zira yüzyıllardır kendine has fevkalade yanlar kazanarak gelişen İslam sanatı, Hz. Peygamber’in ‘Sizden biriniz bir şey yaptığı zaman onu mükemmelen yapsın’ hadis-i şerifi uyarınca ne natüralist kolaycılığa ne post-modern kuramlar içinde gizlenmiş ontolojik sapmalara değil mükemmele yönelmiştir. Dolayısıyla burada bir apaçık bir sapma söz konusudur. On yıldan fazla bir süredir Türkiye’de Müslüman duyarlıkla yazılan şiirlerde, İslam sanatlarının ‘soyutlama’ tercihi yerine kaba bir realizm demeye gelen natüralizm göze çarpmaktadır. Bu şiirlerde günlük hayat ve siyaset manzaraları argoya ve kaba bir eleştiriye yaslanarak kolayca akla dolanan görüntülerle eleştirilmekte ve 1970 yıllarda sosyalist duyarlıklı şairlerin yaptığı türden bir popülizme ilgi duyulmaktadır. Bu da Türk şiirinin 1990’lı yıllardan beri en enerjik kesimi olan Müslüman duyarlığı kaba bir natüralist söyleme hapsetmektedir. Müslüman duyarlıklı genç şairler, İslam sanatına has son derece hayati yönleri haiz bir kavrayış gücünü bırakıp post-modern kuramlara yönelince onlardan Türk ve Dünya şiirine beklenen katkı gelmemektedir. Bu, sadece onlar için değil Dünya şiiri için de büyük bir kayıptır. Zira bu şiirlerin benzerlerini pekâlâ bir Amerikalı da yazabilir. Tüm Dünya halklarının alıklaştırıldığı bu küresel kapitalizm döneminde Türkiyeli Müslüman duyarlıklı gençlerin bozuk bir ağızla, kolayına bir eleştirel yaklaşımla, hiçbir özen taşımaksızın yazdıkları bu türden dizelere şiir demek mümkün değildir. Bugün kendini sokmak istediği kuram adı ne olursa olsun yazılan bu şiirler, manzumeciliğin günümüzdeki bozulmuş halinden öteye gidememiş ve varacakları nihai yere gelmiştir: Avamileşme. On yıl önce değilse bile bugün artık açıkça görülmektedir ki adlarını burada saymaya gerek görmediğim isimler birbiriyle sadece argo ve kolaycılık düzeyinde ayrılan naturalist bir paydada yarışmaktadırlar. A kişisi daha bozuk ağızlıyken B kişisi daha çağcıl gibi görünerek aynı görüntüyü kolayına resmedip önümüze koymaktadır. Bu durumda C kişisine düşen sadece ve sadece popüler bir santimantalizmi benimsemek kalmaktadır. Okumaya devam et