“Burada duran kaba bir taş
Fiyatı da ucuz mu ucuz
Aptallar ne kadar hor görürse
Bilgeler o kadar sever onu”[1]
Arnaldus de Villanova
Carl Gustav Jung, bu dörtlükte sözü edilen taşın horlanan ve yadsınan simyacı taşı lapis olduğunu söylüyor. Simyacı Villanova’nın dörtlüğünüyse bir göl kenarına yap(tır)dığı evinin bahçesine, bir çeşit balbal olarak tasarlayıp diktiği taşın bir yüzüne kazıtmış. Jung için, taşın, çocukluğunda olduğu kadar yaşlılığında da dinginleştirici bir yanı var. Şöyle yazıyor Anılar, Düşler, Düşünceler’de: ” Duvarın önündeki yamaçta, dışa doğru çıkmış bir taş vardı. Bu benim taşımdı, çoğu zaman o taşın üzerine oturur ve zihnimde aşağı yukarı şöyle gelişen bir oyun başlatırdım: ‘Ben bu taşın üzerinde oturuyorum o da benim altımda.’ ‘Taş da, ‘Ben’ diyebildiği ve düşünebildiği için, ‘Ben bu yamaçta yatıyorum o da üzerimde oturuyor,’ derdi. Ondan sonraki soru şuydu: ‘ Taşın üzerinde ben mi oturuyorum, yoksa onun üzerinde oturduğu taş ben miyim?‘ Bu soru beni her zaman şaşırtırdı. Ayağa kalkar, kimin ne olduğunu düşünmeye çalışırdım. Soru tümüyle yanıtsız kalır kararsızlığımı garip ve büyüleyici bir karanlık duygusu sarardı. Önemli olan, bu taşın benimle gizemli bir bağı olmasıydı. Taşın bana sunduğu şaşırtmacayı düşünerek üzerinde saatlerce oturabilirdim. Okumaya devam et →