Bir Yusuf Masalı’nın Başarısı ya da Başarısızlığı Üzerine

rm0vdmte

“Nice yüzbin göze gelen huri suretmiş aşikâr;
Kendi hüsnüne, yine kendisi olmuş talepkâr.”
Laedri

Bir Yusuf Masalı, zaten çetrefil olan İsmet Özel şiiri içinden en çetrefil olanı. Ancak hemen belirtelim ki, eserin bu özelliği, onunla yüzyüze gelen okur katında tam tersi bir etki yaratarak tebarüz etti. İki yıl önce yayımlanan kitap üzerine yazılanların çoğu, promosyon ve anti-propaganda ağırlıklı sığ tanıtım yazılarının dolaylarında oluşan eleştiri ortamınının ürünlerini aratacak cinsten, yazın dışı psikolojik etkilerin, görülerin itkisiyle kaleme alınan yalınkat yazılardı. Şairin yeniden yaratım süreci içinde konu maddesi üzerindeki deformasyonları, yeni yaratımları; kurgusal yapıda masal anlatıcının kendini konumlandırışı ve bu bağlamda oluşan anlatım teknikleri; masal anlatıcının konu maddesiyle, masal kahramanlarıyla ve dinleyicilerle arasındaki bağ; kahramanların kendi başlarına taşıdıkları simgesel anlam; masal anlatıcının içinde duyumsadığı ve fakat trajediden kaçışla karşılığını verdiği “daemonic yanı” ve nihayet Bir Yusuf Masalı’nın İ. Özel’in yaşam-şiir serüveninde ve Türk şiirinin kendine has seyrinde nereye denk düştüğü üzerinde durulmadı. Denilebilir ki eserin yaratıcısı açısından çetrefil yanı, okur üzerinde “her güne bir masal” tesiri yaptı.
Okumaya devam et

Ezra Pound ve Cathay

Ezra Pound

Ezra Pound’un Cathay’inin yeni baskısı, post-modern atmosferden güç bulan yığınlara layık bir romantizme ve aynı yığınların kaba realizmine yönünü çevirerek popülizme batan şiir ortamımıza gene bir göktaşı gibi düştü… ‘Gene’ diyorum, çünkü şair Ülkü Tamer, bu şiirleri çevirip De Yayınlarından ilk kez yayımlattığında yıl 1963’tü. İkinci Yeni’nin şiirimize getirdiği gerçekliği kavrayış şekli, o günlerin şiir ortamına iyiden iyiye yerleşmişti. Şairlerimizin gerçeği kavrayış biçimi şiir dilini, sentaksını, musikisini, izleklerini kısacası sadece şiire değil hayata dair de hemen her şeyi, farklı bir gözle algılanabilir bir hale getirmişti. İşte bu, ‘farklı gözle de algılanabilme hali’ dediğimiz şeyin üzerine gelen Cathay çevirisi, 1910’lu yıllarda Avrupa’da yaşanan imajizmin ve ondan ayrılmayan naifliğin ta kendisiydi. Birden Âsaf Hâlet Çelebi’nin Budizme, tasavvufa yönelen şiirsel gayreti yerini buldu o gün için. Can Yücel’in şiir çevirilerine neden ‘Türkçe söyleyen’ demesinin kökeni görüldü. Kitabın çevirmeni şair Ülkü Tamer’in ilk şiir kitabı Soğuk Otların Altında’nın Çin Çocuk şiirinden başlayarak Ezra ile Gary’de somutlaşan ilgilerinin, şairlerin zengin ve derin ilgilerinin olmasının gereği olarak beliriverdi. Daha ne olsun!.. Bir küçük şiir kitabı çevirisi birçok yönden ‘sarsıntı’ yaratmıştı. Okumaya devam et

Alıklaştırılan Yoksullar, Gösterge Dikizcisi Orta Sınıflar ve Tefeci Hazcılar Çağında Şiirin Yeri ve Şairden Beklenen Ekarte duruş

 

 “Hiç [değer] faturası olmayan malların oranı günbegün

artmaktadır. Biz sanatçılar bunu uzun zamandır

bilmemize rağmen hep gülüp geçtik. Bu durumu sanatçı

olmanın bedeli olarak görüp, hiçbir şey beklemedik

ama aynı şey şimdi zanaatkarın da başına geliyor.”*

 

 Hieronymus Bosch’un “Şairler Muhabbette” Tablosu…

Yaşadığımız çağda şairlerin dünyadaki hali, muhabbet kuşunun kafesteki halini andırıyor. Görünüşü, kendince bildiği dilden başkaca bir dilden birkaç kelime söylemeyi becerebiliyor oluşu, birilerinin kafesine tıkıyor onu. İşe bakin ki onun da buna ihtiyacı var… O gagayla hangi bitki tohumunu nereden bulacak!.. Kaçıp gitse birkaç gün sonra kedilere yem olur. Muhtaçlığı, kendiliği olmuş; öyle ki, ondan bir düzine yavru alınmak istense, yapılacak tek şey yanına karşı cinsini koymak olacak. Bunun için bu yeterli. Dışarıdan bakıldığında özlenilesi bir hal ama bir muhabbet kuşu iseniz… Yeryüzü üstünde uçuşunuz bir kartal uçuşu ise kafesin dışındaki büyük esareti, alıklaştırmayı, kafesin içinden yıkmaya çalışırsınız. Ne var ki şair, yaşadığı çağ soysuzlaştığında onu reddetme gücünü gösteremiyor bugün. Kendine öyle bir gaga peyda etmiş ki yediklerinin yem kabına konması gerek. O güzelim tüyler vakitsiz solmasın isteniyorsa vitaminleri de verilmeli. Tablo, şairler cephesinde bu kadar açık ama sembollerle stilize edilmiş. Bu yüzden görmezden gelme imkânı var. Şairler de bunu yapıyor zaten. Güncel bir patronaj sistemi kurarak günlerini geçiriyor. Okumaya devam et

Şair, Ruhun Bekçisi*

Yury Lotman

“Aynada bir Pazar günü
Görülen düşte uyunulur,
Ağız gerçeği sayıklar durur.”
Paul Celan

Sabina Spielrein (1885-1942), Ekim Devrimi sonrasının Rusya’sına dair umutlarını dile getirdiği mektuplarından birinde Carl Gustav Jung’u, ‘ruhunun bekçisi’ olarak selamlıyor. Bu selamlamada şairin tüm eylemlerini yeden düşünceyi buluyorum. Şair kendi ruhunun bekçisi olmakla başka ruhların kendiliklerini kavramalarının yolunu işaret ederek onların da ruhlarının bekçisi olmaktadır. Bu hususta eğleşmeden önce bize bu kavrayışı ifade imkânı veren kişiliklere haklarını teslim edelim.
Ailesi, on dokuzunda ağır bir ruhsal bunalım geçiren Speilrein’ı, tedavi edilmek üzere Rusya’dan Zürich’e getiriyor. Speilrein’ın sorumluluğu, Freud’un psikanaliz yöntemini maharetle uygulayan, göz kamaştırıcı kariyerinin henüz başındaki Jung’a veriliyor. Birkaç yıllık bu tedavi süreci ikilinin arasında duygusal bir bağ tesis edince, hem Jung hem de Spielrein için aralarındaki bağı sürdürmenin tinselliği başka tüm boyutlara galebe çalıp çalamamakla yüz yüze geliyor. Tahmin edilebileceği gibi iki kişilik için de derinliklerini kavrayabilecekleri bir travma bu. ‘İyileştikten’ sonra psikoloji eğitim gören Spielrein’ın, doktor Pavel Naoumovich Scheftel ile evlenip Rusya’ya döndüğünü görüyoruz. (1923) Döndükten sonraysa, çocukların erken yaşlarda özgürlüklerini benimsemeye hazırlanmalarının yaşları ilerlediğinde birey olmalarını destekleyecek en önemli dinamik olacağı düşüncesi ile, adını ‘beyaz kreş’ koyduğu anaokulunda çalışmalarını yürüten Speilrein, Lenin’in Rusya için yaptıklarına büyük bir inanç besliyor. Ne var ki Stalin’in iktidara gelişi her şeyi gölgelemeye yetiyor. Yazıları ve çalışmaları engellenen, durmadan kovuşturma geçiren Spielrein ve ailesine İkinci Paylaşım Savaşı’nın vahşeti 1942’de ulaşıyor. Yaşadıkları şehri (Rustov) ele geçiren Naziler, iki kızıyla birlikte Spielrein’ı öldürüyorlar.** Okumaya devam et