Boğazıma yılan akmış döv beni

                     

Boğazıma yılan akmış döv beni; ısırıklarımdan koptu kopacak dilim
uyar beni ağız ağıza çiftleşen bu yılanlardan, kerem eyle vur!..
perçemimden çek götür, çürük elmalar yedir de kustur
derim incecik ve kemikli de değilim, kanım akacak
canım acıdıkça daha bir gürleşecek sesim
duydukların bir şey değil
gülüp geçtiklerim.

Boğazıma yılan akmış döv beni; annem kadar çocuk ol tez elden
içi oyuk kara bir ceviz gibi uyusun tırpan yorgunu bedenim
denkleri dağılsın, destelerini yağmur ıslatsın da
doldurmasın testisini
üç damla.

Boğazıma yılan akmış döv beni; elimde yılanımla
dolaşıyorsam da
boğazına dili akanların yamacında
zaman benim için yazgıya tebdil olmuyor.
Boğazıma yılan akmış döv beni; en geniş halini alacak
yekindiğimde gövdem
al o zaman ölçüsünü boyumun
bir kamışa binip geleyim peşinden
yok hiçbir şey gelmeyecekse elinden
birkaç dakika çocuk ol
ağzımı dikip göğe
senin yerine de
uluyacağım
yoksa ben.

 

İHTİLÂL ETÜDÜ

I.

Gövdesiyle toprağa naz eden kadıncıklar kavak gövdelerine düştüğüm acil tarih dirseklerimdeki kahverengi lekeler etimin içine içine batmış gibi duran iskeletim halatları sıkı düğümlü günlerce sürükleyerek getirdiğim üzgün evimi en gevrek dalında leylak sanıyor. Çürümüş balıkları fırtınaya gösterip ‘al’ diyorum ‘sana iyi bir örnek; kalın, dökme petekli kaloriferlerden önce ve kongre ve sergi saraylarına karşı, insan aklınca iyi bir örnek’. Okumaya devam et

UPUZUN KUYRUĞU ÇİYLİ

 Osman Fedai için de…

benim yazgım bir ipsiz uçurtmaymış
amanın yalelelli loy
hava boşluklu tanrılar düşmüş peşine
vay aman yalelelli li
 
yüksek irtifa çatlatmış çıtalarını
ah kanım sıcacık cık
düşmüş fır döngüsünün izine
vah yavrum göz değdi di
 
kimseler dememiş ki ey kurşun çıtalı
bak a gör haydi di di
kese yoğurt yenir kurşun zehrine
oh ola uğurlar ola
 
 
 

İrkilme

 
Omzundan bir kelebek uçurup git
kurut etleri tuzla kuzu tüyünde diken ol
çıkınımı sırtımdan aşırdım dağ dinler mi beni
derim seğiriyor görüyorsun ya
yüzdüler mi beni…
 
Karnımın ortasında bir bıçakla dolaşıyorum
küçük şeylere kalmadı hayranlığım
ne zaman güvende o zaman çürür kömür olsa
taş ocakları gümler yer kayarken
kurt kuzuya eğilir
kaplan geyiği dişlerken
toynaklar pati
kulaklar boynuza değerken
bastırır kendi kadar acı
kendi kadar sevinci
 
gerçi kimse bilmez
ne kadar acı bastırır
ne kadar sevinci…

Parmak ile Boyanmış Bir Naat

Dilinin ucundan denize atlayan o adamı getirdim efendim
Kayalara çakıldı mı bilmem efendim ben sadece getirdim efendim

Siz istediniz diye değil siz istersiniz diyedir her eylediğim efendim
Efendim baş aşağı sallandım mağaralar içre yarasalarla efendim

Ayak ucuma düşse de getirirdim zor olsa da yaşarken sevmek efendim
Karşılamaya çıkardım deseydiniz kucaklarınıza düşerdi belki bu ölü efendim

Can havliyle koşturdum atım çatladı ben belki o olup da geldim efendim
Bir ölü nasıldır bu halli nasıl bilebilirim affınıza sığınırım efendim

Efendim dalından kozalakları düşünce çamların böyle düşüyor dibine
Ben belki dibiyim denizin belki yüzeyi efendim bu yağmur mu efendim

Ben diyeyim ki düştü başkası diyecek nasılsa atladı aşağı duruşu eğreti
Ne varsa şu yeryüzünde insandan gayrı eğreti değil mi efendim

Üzerine sakız yapışmamış saçları etinden ayrık kalbi çatal efendim
Düştü kayboldu bir dişi serçe dokunmuştu belli ki ballı bir duta efendim

Üzerim ıslak koşan daha bir üşüyor yaşamın yalımından efendim
Dökülen dilimdendir uzun susmuşum çok mu konuşuyorum efendim

Biraz dinlensem dilim açılır konuşan ben kulun olmam korkarım
Düşerken sevdim bu adamı bir ümit işte yetiştireyim dedim efendim

Dili mi düştü ağzının mahzeninden mahzeni mi damladı dilinden
Ben seçemedim efendim boynu öpülesi uzundu serçelere efendim

Nasıl oldu da huzurdayım sevineyim mi bu kırık boynun omuzlarına
Efendim nasıl da severim efendim deyip durmayı efendim de efendim